Rüyalarım
vardı bir zamanlar. Pembe ve beyaz ağırlıklı, yumuşak düşüşlü rüyalar. Sonra
geçti yıllar; değişti renkler. Artık koyu siyah. Zifiri karanlık. Düşüşler,
onlar da değişti tabii. Çoğu zaman bir dar ağacında, idam sehpasında,
şanslıysam eğer derine düşüşler. Büyüdükçe rüyalar kabus oluyormuş. Büyüdükçe
hayat senden kopuyormuş. Zormuş dik yokuşları tırmanmak. Zormuş her şeye rağmen
yaşamak. Zormuş ağlarken gülmek.
Çok
tekrara düşerim ben, hayatımda da çok tekrara düştüm. Bile bile sonucunu
yaptığım, tekrarladığım hatalarım var benim. Bile bile yıkılan duvarlarım var.
Bilerek düştüğüm uçurumlarım var.
Konu
neydi, dur karışıyor aklım, zihnim net değil. Duyduğum yalanlardan olsa gerek
toparlanamıyor aklım. Kim hangi yalanı söylemişti?
Bağlanamıyorum,
ilişki istemiyorum, sevmiyordum zaten…
Bahaneler,
yalanlar, kandırmalar, aldatmalarla ve en acısı kaçışlar içerisinde geçen yirmi
küsur sene. Artık kaçmak yok.
Yüzleştim
kendimle. Neden dedim ona. Neden ben? Bana verecek bir cevabı yoktu. Öylece
sustuk. Gecenin bir yarısıydı, martılar hala uçuyordu ve biz hala karşılıklı
susuyorduk.
Ağlamak
için her bir zerren masum olmalı, dedi bana. Şaşırdım, masumdum ben. Bu
oyundaki kurban bendim.
Hayır
dedi sen değil, insanlık kurban bu oyunda. Gidenlerine hoşça kal diyebildin mi?
Diyemedin. Diyemediysen masum değilsin. Boğazına kadar batık bir halde, sende
herkes kadar suçlusun.
Hayır
dedim, ben suçlu olamam. Ben gitmedim ki kimseden; onlar gitti. Ben öylece
bakakaldım.
Biliyorum
sonrasında ağladın, biliyorum ben senim dedi. Biliyorum olanları, her şeyin
farkındayım. Ama sonra kızdın onlara, onu da biliyorum. Hatta birkaçı ölsün
istedin, dedi. Evet dedim. Çok yaktılar canımı, istedim. Ölsünler, bitsin acım
istedim. Ölmeleriyle biter mi acıların? Öyleyse çek vur hepsini, teker teker
ölsünler.
İçimde ki ben; ben ve geri kalan
herkese karşı öfkeliydi. Haksız da sayılmaz. Ben ve diğer herkes yüzünden
erkenden büyüttüm onu. Daha çocuk olacak yaşta anne, abla, baba, sırdaş, sığınılacak
liman olmuştu. Bana ne dese haklıydı. Doğru suçluydum.
Kalktım ayağa, yürüdüm
korkuluklara doğru. Peki ben, öldüğümde masum olacak mıyım? Karşımda ki
kaybolmuş, onun yerine sadece sararan yapraklar kalmıştı. Ne çok üzülürdüm
çocukken, dökülen yapraklara. Şimdi biliyorum, yaşamak için dökülüyorlar.
Tutsaklıkları bitiyor.
Peki ben? Ben de düştüğüm zaman
tutsak olmayacak mıyım? O zaman hemen şu korkulukların öte yanına geçip
bırakayım kendimi yer yüzüne, bitsin bu ölümcül oyun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder