Yazmaya seneler önce çok sevdiğim biriyle
başladım. O zamanlar yazdıklarımızı okur, üstünde eleştirilerde bulunur,
sonrada içlendiğimiz yerlerimizden sarılır ağlardık.
Bir gün yine okurken
yazımı ansızın bana dönüp “Edebi yazılar, ebedi yerlerde yazılmalı” dedi.
“Mesela?” dedim, şaşkındım o zamanlar toydum. “ Gel seni ebedi edebiye
götüreyim de gör, neresi olduğunu.” Dedi, tuttu elimden.
Beni el değmemiş kayalıklara, denize
götürdü. “İnsan eli değince bozulur buralar ondan sadece edebiyat değmeli.”
Dedi. O gün o kayalıklarda kesilen yerlerimize deniz basıp yazdık. Bir süre
böyle sürdü. Yazılan yazılar, ağlanan olaylar ve daha nice dalga geçti.
Deniz bir süre sonra onu benden aldı.
Yazmaya gittiğinde kayalıklardan düşmüş, yüzmeyi bilmeden de severdi denizi,
denizine gitti. Bense ondan sonra her yazımı o kayalıklarda yaralarıma deniz
basarak yazdım.
Nedense gitmedim çok zaman oralara. Artık
yaralarıma kimse geçicek demiyordu. Yazılarımı okuyacak kimsemde kalmayınca
vazgeçtim edebiyat sevdamdan. Yazdıklarımı duyan kalmadı.
Çok sonra bir gün gittim o kayalıklara.
Yeniden yad ettim ruhunu ebedi olanın.
Baktım dikkatli bir çift göz beni izliyor. Ne
oldu der gibi bakışları.
Bu sefer ben söylemeliyim deyip atıldım, “Ebedi
olanlar namına edebi yerlerde ağlanır.”
İstersen gel yaraları olanlar bilir
burayı, sende bas denizi yaralarına belki sana da iyi gelir.
O gün üçümüz içinde milat oldu; ne ebedi
olan unutuldu, ne yazılar öksüz kaldı ne de sorular cevapsız.
Böyle işte benim yazmaya başlayışım. Bir
sevda gibi acı ve hüzün dolu…
Her yazımda satır aralarından taşar
dalgalar. Yaralarına tuz basar okuyanın. Yarası derin olan gelsin bulsun beni.
O kıyı sahipsiz kalmasın. Sadece edebiyat değsin dalgalarına gene…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder